Yaşamda var olan toplumsal zenginliklerin farkında olmamak ve bunun vereceği hazdan mahrum olmak, insan yaşamı için tam bir fukaralık ve talihsizliktir.
Doğanın ortasında gezinirken, nasıl ki o güzelliği oluşturan tek tek ayrıntıları kaçırıyorsak ve envai bitki, çiçek ve böcekten ancak bir iki tanesine gözümüz takılıyorsa, günlük yaşamımızda da birçok güzelliği ve renk cümbüşünü öyle kaçırıyoruz.
Bizden olmayana, bize benzemeyene ilgi duymuyoruz. Farklılığa karşı ya algıda körlüğü yaşıyoruz ya da farkındalığın huzursuzluğunu. Bizden farklı olana karşı mesafeli, kibirli, korkak ve aciz bir tutum takınıyoruz. Aynadaki siluetimize bakmayı marifet sayıyoruz.
Hayatı tekrarlamayı; aynı tip insan görmeyi, aynı sözleri duymayı ve aynı filmleri seyretmeyi seviyoruz. Etnik kökenlerden, farklı inançlardan, farklı cinsel tercihlerden ve farklı yaşam tarzlarından öcü gibi korkuyoruz. Bundan dolayı da hayatı siyah ve beyaz olarak belirlemiş olan bizler, hayatın içindeki ara tonlardan, enfes renk cümbüşünden kendimizi mahrum bırakıyoruz.
Oysa baharın kendini göstermeye başladığı bu günlerde, yeşilin yüzlerce tonu ve sayısız renk ve cinsteki çiçeklerin yerine; sadece siyah ve beyaz renkler hâkim olsaydı hayat bizim için daha çekici olabilir miydi? Olmazdı elbette. Doğanın seyrine aykırı çünkü. İşte " biz " ya da " siz " ayrımı da insanın doğasına aykırı bir tutumdur. Ayrımda ısrar edenlerde de psikolojik ve patolojik nedenler aramak gerekir bence.
İstanbul' da yaşamayı sevmemin en büyük nedenlerinden biri de; bu şehrin, bu renklilikten yeterince nasibini almış olmasındandır.
Etrafımda, sokaklarda veya caddelerde daha çok, farklı etnik köken ve inançlardan, yaşam ve duygularında tercihleri farklı olan insanlardan görmeyi isterdim. Onlarla komşu olmayı, dost olmayı, kendilerine ait özel lezzetlerinden tatmayı, ağıtlarında onlarla ağlamayı, sevinçlerinde onlarla kahkaha atmayı ve onların dilinden şarkıları ezberleyip bu şarkıları onlarla söylemeyi ve bu memleketi onlarla birlikte sevmeyi çok isterdim. Ve onlara âşık olmayı...
Ama teker teker uzaklaştırdık onları bu coğrafyadan. Bu toprakların asli unsurlarını küstürdük. Kendi vatanlarında yalnızlığa, içine kapanmaya mahkûm ettik. Onlara hayatın, iki nokta arasında düz bir çizgi olduğunu dayattık. Yazık ettik, hem onlara hem de kendimize.Yazık, çok şey kaybettik.
Bu coğrafyada kendini farklı ya da marjinal gören tüm dostlara bir çağrıdır bu yazı. Biliyorum bu dalaşta hepimiz günahkârız. Birbirimizin hak ve hukukuna tecavüz ettik. Ama gün; kimin daha çok haksızlık yaptığını ortaya çıkarma günü değil bence.
Gün; dostluk, kardeşlik, barış ve kaynaşma günüdür. Gün; bu dostluk ve beraberliğin güçlenmesinden öcü gibi korkanları " öcü " hale getirme günüdür. Dostluk harcımızı ne kadar güçlendirirsek, toplumsal renklerimizi de o kadar canlı hale getiririz. Tek tek her birimizin yaşamına da yeni anlamlar katmış oluruz.
Bu dostları gittiğim kafe veya barlarda görmek, parkta oturduğum bankta da rastlamak istiyorum. Aşkı ve sevgiyi platonik yaşamaktansa, bu duygularımı onlarla karşılıklı paylaşmak istiyorum. Benim rızam olmadan elimden alınmış ve benden uzaklaştırılmış yitik dostlarımı yeniden kazanmak istiyorum.